CHP Küme Başkanvekili Özgür Özel, TBMM’de düzenlediği basın toplantısıyla gündemi kıymetlendirdi.
Özel’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şu biçimde:
“Türkiye, hafta başında Mersin’deki bombalı atak kararında şehit olan polisimize ağlarken ve faydalılarımızın bir an evvel şifa bulmasını beklerken tükenmiş, bitmiş ve devayı bir şehidin üzerinden siyasi rakiplerine saldırmakta bulmuş bir partinin, AKP’nin ne kadar seviyesizleşebileceğine şahit olarak geçirdik bu haftayı. Geldiğimiz noktada birtakım gelişmeler var.
“Utanmadan, sıkılmadan ‘CHP’nin gazetecisi’ diye yazıyorlar”
Birincisi şu; dün değindik lakin artık bunun net olarak ortaya konması gerekiyor. CHP’nin bundan 11 yıl evvel çalışmalarını yaptığı ve bundan 10 yıl evvel kamuoyuyla paylaştığı raporda bir isim geçiyor. O isim üzerinden saldırıyı yapan terörist olarak ‘CHP’nin raporunda var’ diyorlar. Bunu hayli net olarak söyleyelim; o isim rapor hazırlanırken içeride. Ancak ondan sonrasında AKP’nin 4’üncü yargı paketi ile yani Abdullah Öcalan ile görüştükleri, müzakereleri kararında verilen kararla cezaevlerinin boşaldığı 4’üncü yargı paket ile salıverilmiş. Ve o salıverilmeden 4 ay daha sonra raporumuz yayınlanmış. Artık bize raporda ismi olan kişinin bu saldırıyı gerçekleştirdiğini söylüyorlar. Ve utanmadan, sıkılmadan CHP’nin gazetecisi diye yazıyorlar. Bunu kesin bir biçimde reddettik, lanetledik.
Şimdi bir diğer tartışma var basında. Bizim açımızdan fark etmez. O gün gazeteci olarak içeride olduğunu söyleyen ki kendi beyanlarını rapora taşımışız. Ancak ardında durmamışız, sahip çıkmamışız. Artık tez o ki birinci günden beri var. Biz emniyetten açıklama bekliyoruz, beklemeye de devam edeceğiz. Biz İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesi kimi vakit Süleyman Soylu’nun kendi sayfası üzere kullanılsa da İçişleri Bakanlığı’nı, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü önemseriz. Birinci günden beri bize gelen bilgi, aslında saldırgan o değil, parmak izi tutmadı, bir oburu saldırgan. Fakat biz buna hiç sığınmadık. Raporda ismi geçiyorsa daha sonradan Süleyman Soylu’nun tabiri şu; 2013 yılında PKK’ya katıldı diyor. Rapor yazılırken değil, daha sonrasında. Teröristse, terör örgütü mensubuysa fark etmez. Saldırıyı yapan oymuş, değilmiş… Bizim sıkıntımız CHP’nin terör ile ortasına koyduğu ara ve terörü kınamaktır. Ancak bütün her şeyi CHP’li terörist, CHP’nin gazetecisine oturtanlar dün Mersin’den gelen bütün bilgiler, saldırganın o olmadığı noktasındaydı, artık bir açıklama yapmak durumundalar. Saldırgan o çıksa da çıkmasa da konumumuz değişmez. O günden bugüne bir isim ve bir fotoğraf ve burada yer alan bir tabir üzerinden CHP’ye saldıranlar tek argüman olarak bunu koyanlar ne diyecekler bir ona bakacağız.
“Abdullah Öcalan’dan seçimlerde mektup getirip okuturlar”
Abdullah Öcalan’ın bu örgütün kurucusu olduğunu ve hala daha bu örgütün başkanı olduğunu bilmezler mi? Bilirler. Ancak Abdullah Öcalan’dan seçimlerde mektup getirip okuturlar. örneğin ‘PKK terörist bir örgüt değildir’ diyen Orhan Miroğlu, hiç inkâr etmedi bu kelamını, kayıtlarda var. Hala daha AK Parti MKYK üyesi. Problem tıpkı tarihlerde ‘Binlerce Türk, Abdullah Öcalan’ın iletisi ile duygulanıyorsa artık sahiden yeni bir periyot başlıyor’ diyen Abdurrahim Boynukalın. Bu lafdan daha sonra milletvekili yapıldı. Artık de AK Parti’nin İngiltere temsilcisi. ‘Abdullah Öcalan’ın dışarı çıkmasına pürüz AK Parti değil, HDP’dir’ diyen Yiğit Bulut, hala Cumhurbaşkanlığı’nda başdanışman maaşı alıyor. Lakin utanmadan sıkılmadan, Bülent Turan’ından tutun, sözcülerine, genel lider yardımcılarına, Hamza Dağ’a kadar hepsi çıkıp sizin gözünüzün içine baka baka oradaki bir isimden bizi sorumlu tutuyorlar. Artık de açıklama bekleniyor o isim o isim mi, o da muhakkak değil.
“Erdoğan, tüm soruların karşılıklarını prompterden okudu”
Dün akşam Recep Tayyip Erdoğan ne diyor? Dört gazetecinin karşısında soruları cevaplıyor. Daha evvel kamera kayıyor, prompterler görünüyordu. Oradaki imajlardan daha sonra hayli sıkı önlem aldılar, dün akşam imajda prompter yok. Var mı yok mu vallahi de var billahi de var. Aydınlatma ışığının altında, ekranın üstünde prompteri koymuşlar. Lakin Abdulkadir Selvi’ye yakın çekim yapmamak suretiyle prompteri kadraja sokmamayı başardılar. Ben diyorum ki dün Recep Tayyip Erdoğan, tüm soruların yanıtlarını prompterden okudu. Oradaki dört sayın gazeteciden birisi çıkıp yalanlasın, çıkıp özür dilerim, ben palavra attım diyeceğim. Cumhurbaşkanlığı yetkilisi yalanlasın, prompter yoktu diye. O denli bir periyoda gelmişiz. 20 yıllık iktidarın sonunda gazetecilerin karşısına soruları almadan çıkamayan birisi yönetiyor ülkeyi. Soruların yanıtlarını ekrandan okuyor.
“Cesaretin var ise Kemal Bey’in karşısına çıkacaksın”
Bizim iktidarımızda gazeteciler özgürce soracak. Bizi nereye davet etseler gidiyoruz arkadaşlar. Ben TV NET’e, Yeni Şafak’ın televizyonuna gittim, çayımı içtim, ikinci kata çıktım. Sor kardeşim dedim, ne sorduysa karşılık verdim. Dedim ki ortada çağırın ki birikmiş palavraları tüketelim. Zira dünyanın iftirasını oradaki gazeteci atmıyor, daha evvel birikmiş haberler… CHP milletvekilleri terör örgütü cenazesine gitti mi? Palavra olduğu teker teker çıktı. Burada da ispatlamıştık. CHP hakkında ne kadar iftira var ise hepsi çöktü, gitti. Lakin düşünün ki kendisini hiç rahatsız etmeyecek sorular olduğu biçimde soruları önden alıp yanıtları ekrana yazdıran birisi yönetiyor ülkeyi. Yıl 2022. Basın özgürlüğü, gazetecilerin oradaki pozisyonu… Hiç girmiyorum… Cüretin var ise Kemal Bey’in karşısına çıkacaksın. Kanalı, gazetecileri sen belirle. Sen sorularını bir daha hazırlat, biz gazetecilerin soruduğu sorulara karşılık vereceğiz. Ancak sen sanki Kemal Bey’in soracağı sorulara cevap verebilecek misin? Yok. Orada tutulurlar. Dut yemiş bülbüle dönerler. Hodri meydan, yaptığı icraata güvenen, yaptığı rezillikleri savunabileceğine ve milleti ikna edebileceğine inanan hodri meydan çıksın karşımıza.
“Allah’tan kork”
Dün ne diyor ‘O gazetecilerin hiç biri argüman edildiği üzere gazeteci değil. Terörist olduklarını en baştan söylemiş olduk, hala söylüyoruz. Lakin bunlarda yüz yok. Yargı bunları terörist oldukları için cezalandırıyor.’ Ya Allah’tan kork. Bir örnek üzerinden gidiyorsun da Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Nedim Şener, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu… Bunlar burada. Haydi hepsi bir yana… Nedim Şener’e biz o gün de terörist diyorduk, hakikat, bugün de terörist diyorduk diyor. Buna da karşılığı Nedim Şener versin.
Benim Nedim Şener’e benim bir karşılığım var. Ben dün kendisine hakaret etmedim. Hatta düne kadar ben cezaevinde görüştüğüm kimsenin mahremini de hiç bir yerde anlatmadım. Mahrem kısımlar duracak. O çektiği kahırlar, ailesinin çektiği sıkıntılar… Onların hiç birisine girmem. Fakat dün dedim ki bu rapor yayınlanırken, rapor bu rapor, bizden müsaade aldı mı diyor. Hangisinden müsaade almışım, hangisi inkâr ediyor. Cezaevinde gazeteciyi ziyaret ediyorsun, anlattığı kederini, meselesini raporlaştırıyorsun. Bunun için kimseden müsaade almadık. Fakat senin üzere ortasında ismi geçen 187 şahıstan biri de çıkıp benden görüşmediler demedi. Ya görüşmüşüz ya da mektup yazmışız. Bizden yana olur, olmayan olur. Çok sağ basından olanlar vardı…
“Dönemiyor, artık kıvırıyor”
Silk evvel dedin, benle görüşmedi. Görüştük dedim. İspatla dedi, çıkardım defteri dedim ki ‘Bak kardeşim 9 Ağustos 2011’de ben gitmişim’, Adalet Bakanlığı’nın kayıtlarında var. Sen bu ziyarette eşinin, kızının ismini, okuduğu okulu, o sunu bu sunu söylemişsin. Sen burada niçin duruyorsun, seninle bu cemaatin ne kederi var dediğimde, ‘Hrant dosyası’ demişsin… Hepsini dün kabul ediyor ki. daha sonra diyor ki ‘Benimle rapor hakkında mı konuştun, bunu ispat etmezsen…’ Küfür, hakaret. Bu nasıl bir iş. Rapor aslına bakarsan bunlardan ibaret. Gazetecilerin cezaevlerinde haksız tutulmaları ve yaşadıkları kuvvetlikler. Ancak başta palavrası attı. Dönemiyor, artık kıvırıyor.
“Ahmet Şık bir konuşsa kimsenin yüzüne bakamazsın”
Bak Nedim Şener, bir; o kadar kişi gördüm cezaevinde kimi fikri bana yakın, kimi fazlaca uzak. Kimi artık yandaş kimi diğer kimi vatandaş kimi muhalif. Senin üzere cezaevine girip de huy, hal değiştiren, dün saldırdığın koğuş, hücre arkadaşın Ahmet Şık dünyanın en düzgün erkeklerindan birisi, bir konuşsa kimsenin yüzüne bakamazsın. Ne durumda olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat ben şu biçimde bir görmedim, ya Cübbeli Ahmet Hoca’ya gittik, benim ne işim olur, lakin sıhhatiyle ilgili sorun var, yanlış ilaç kullanıyor, yardımcı olduk. Çıkınca aradı, bayramda seyranda arar. Benim sözlerimle ilgili beni kınayan açıklamalar yapıyor, lakin çıkınca aradı bir teşekkür etti. Herkes bunu yapar. Cezaevinde ziyaretine gelenlere dünyanın lafını, olumlu şeyini söyleyip de çıkınca kendini içeri tıkanlara, celladının elini öpmeye koşan bir sen varsın. Sen çıktıktan daha sonra AK Parti ile aklandın, paklandın. Hatta biliyoruz ki cemaate de açıktan bir durum almadın. Ne vakit bu işler, bunların terör örgütü olduğu ortaya çıktı, daha sonrasında…
“‘Fetullah Gülen ile sıkıntım yok’ dedin mi?”
Gelelim, yaz bunu rapora, gazetede de çıksın dediğin kısma. Nedim Şener, sen o gün çıkıp da ‘Ya ben Hrant belgesi üzerine çalıştım, bir şey yazdım lakin benim cemaatle, Fetullah Gülen ile bir sıkıntım yok. Bilhassa yurt haricindeki eğitim çalışmalarını önemsiyorum, hatta kendi çocuğumu bile okullarına verebilirim, yaz bunu’ dedin mi, demedin mi? Dedin. Ben bütün kutsalların, bedellerin üzerine bunu söylerim, yüreğin var ise sen de söyle. Yüreğin var ise ben dilekçeyi imzalamaya hazırım, imzalayalım, görüş odasındaki 9 Ağustos 2011’deki kamera kayıtları açıklansın. Çık imzayı ver. Orada ‘Benim Fetullah Gülen cemaati ile bir derdim yok, çocuğumu bile okullarına verebilirim’ diye selektörü yap, daha sonrasında çıkıp da ben yazmadım onu çıkınca utanmayasın diye, senin bu utanmazlık halini oldukçatan kabullenmiş olduğunu önbakılırsamedim. Sen çıktın ve gittin celladına âşık oldun, yanaştın, artık celladının giyotini, her akşam evvelden birebir fikirde olduğun birilerini doğruyorsun kardeşim. Helal olsun sana. Sana bu yakışır. Bize de seni bu kadar bile ağzımıza almak yakışmaz da sen arandın.
“Özür dileyecek misin?”
Eren Erdem… Aldılar içeri koydular, 19 yıl ceza istediler. Tecrit hücresinde tuttular. 490 gün cezaevinde yattı ve hür kaldı. Üst mahkeme itiraz etti. tekrar yargılandı, 4 yıl iki ay verdiler bu sefer. Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Anayasa Mahkemesi, Eren Fazilet haklıdır dedi. Yargıtay’a gitti, ‘delil yok, beraat etmelidir’ dedi. Bugün son mahkemesi vardı. Alt mahkeme beraat ettirdi. Artık ey Akşam gazetesindeki ‘CHP’li gazeteci polisi şehit etti’ diye manşet atan utanmaz, ey arlanmaz, artık yarın özür dileyecek misin Eren Erdem’den ve CHP’den? (Akşam gazetesinin ‘Paralelin CHP’li tetikçisi’ yazan manşetini göstererek.) Bugün beraat etti kardeşim. 18 gazete birden Eren Erdem’e terörist, FETÖ’cü ilan ediyorsunuz ne oldu. Bu manşetlerin, iftiranın bir bedeli var mı ödenecek. Şu kadarcık özür dileyin ya. var ise bir başyazarınız, çıksın köşesinde desin ki ‘O gün o denli yaptık ancak bugün utandık, hukuka saygımızdan dolayı bunu düzeltiyoruz’ deyin. Bakın bir bu işe.
“Erdoğan’ın ve ailesinin şahsi dünyadaki mal varlığı sorunudur”
Günün gündemi Ulusal Güvenlik Şurası, utanmadan, sıkılmadan ‘CHP ulusal güvenlik meselesiymiş.’ Bak. Söylersen işitirsin. Bu ülkenin en kıymetli ulusal güvenlik sorunu Recep Tayyip Erdoğan’ın ve ailesinin şahsi dünyadaki mal varlığı sıkıntısıdır. Münasebetimiz de şudur; Rusya ile takışırken Putin, IŞİD petrolleri konusunda Birleşmiş Milletler’de sunum yapacağım dedi Putin’e özür mektubu yolladın sen. Ne vakit Trump, senin mal varlığını araştıracağım dedi, sus pus oldun, Trump ile ahbap oldun. O gün mal varlığını araştırmayan namettir, namussuzdur, hodri meydan diyebilseydin bugün Türkiye bu durumlarda olmazdı. Onu demedin, zira diyemiyorsun. Bir ulusal güvenlik sorunu var ise o Recep Tayyip Erdoğan’ın global ölçekteki Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunma noktasında karşısına dayatılan ve yanıt veremediği sorular; IŞİD petrolünü taşıtan tankerlerin uygu imajları ve o gün ambargoyu delmenin Türkiye’ye ağır maliyetleridir.
“bu biçimde bir hasretle de alay eden bir adamsın sen”
Türk vatandaşlarının yazın tatil yapamaz durumda olmasının itirafı mı diyelim, vatandaşın aklıyla alay etmek mi diyelim, be hey vicdansız adam mı diyelim… Milletin çoluğu, çocuğu kışın çalışıyor, o çocuklar yazın tatile gitmek istiyor. Kışın götür tatile diyor, yazlık oteller kışın ucuz olur. O çocuk da istiyor ki babası bir ördek alsın denize girsin. Sen diyorsun ki Rus’un, Ukraynalının, İspanyol’un, İngiliz’in çocuğu deniz suyu sıcaklığı 25 dereceyken girsin, bizimkiler kışın gitsin eksi 2 derece hava sıcaklığı, 4 derece deniz sıcaklığında karşıdan denize baksın. Adamın yemeğe, çocuğunun karnını doyurmaya parası yok, ayrıyeten da bu biçimde bir hasretle de alay eden bir adamsın sen.
Hülya Nergin, AK Parti Kayseri Milletvekilimiz. Bir köyde bir amcaya denk gelmiş, amca demiş ki ona ‘Maaşlarımız devasa yükseklikte kızım bizim maaşlarımızı düşürün.’ Ya bir amca der, bir amca dedi diye bir milyon amcayı çıldırtmanın bir manası var mı? Amcanın geliri vardır, olur, epeyce ucuz bir yerde kendi konutunda yaşıyordur, bir harcanması yoktur. Bilinmez. Bir amca dedi diye bin amca ile alay etmenin yeri var mı? Bir de tweet atmışsın. Ayrıyeten siz ne kadar koptunuz bilmiyorum, lakin şöyleki bir gerçekliği var. O amca geçmişte sana oy verdiyse daha sonra da siz onlara bunları yaşattıysanız bütün emekliler ile amcamın hali buysa Anadolu’nun o denli bir feraseti var ki bir bayan milletvekili kalkmış, köyüne, ayağına kadar gelmiş. O amcalar ‘ah elim kırılaydı da sana oy vermeyeydim, git buradan kızım’ demez de motamot bu biçimde söyler. ‘Kızım bizim maaşımız hayli, siz kesin bizden, verin zenginlere…’ Dediyse sen o mektubu okuyamamışsın kardeşim. Okuturlar. Binlerce, milyonca amca, sana o okuyamadığın mektubu seçim sandığında okutur.
Bir defa süfli demek, sıradan, aşağı demek. Bu ülkede ne vakitten beri daha âlâ bir telefon, otomobil ya da daha epeyce konsere gitmek aşağılık talepler oldu. Bu nasıl bir aşağılama. Gençlere söylenecek kelam mü bu. daha sonra bunlar en süfli taleplerse dünyanın en değerli Mercedes’ine niye bizim Cumhurbaşkanı biniyor? Dünyanın en değerli uçağı 7 tane var, niye biri bizde? niye dünyanın en değerli yatlarından bir adedini donanmadan aldın da kendine makam yatı yaptın? niye dünyanın en hoş koyunda yazlık sarayın var? niye bir kışlık saray inşa ettirdin Ahlat’a? niye yiyip yiyip doymuyorsunuz o sarayda? Ne süfli talepler bunlar. Sen bu süfli talepleri bıraksan da birazcık vatandaş üzere mi yaşasan sanki. Sen vatandaşı yeni bir telefon isteyemez hale getirdin ya o bindiğin uçaktan, o oturduğun saraydan, o bindiğin uçaktan seni indirmek de birinci seçimde bu vatandaşın boynunun borcudur.
Cumhurbaşkanlığı için bir yılda 3 milyar TL mal ve hizmet satın alınmış. Bakın, saray, otomobiller, uçaklar, yazlık saraylar, yemeler, içmeler, sarayda harcanan her şey… Maaşlar hariç, mal ve hizmet satın alma. Biliyorsunuz bu arkadaşlar, bunları yaparken tasarruf genelgelerine uymazlar, ihale kanununa uymazlar. 3 milyar TL devletin parasını da saraydakiler yemiş ya da üstüne binmiş.” (ANKA)
Özel’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şu biçimde:
“Türkiye, hafta başında Mersin’deki bombalı atak kararında şehit olan polisimize ağlarken ve faydalılarımızın bir an evvel şifa bulmasını beklerken tükenmiş, bitmiş ve devayı bir şehidin üzerinden siyasi rakiplerine saldırmakta bulmuş bir partinin, AKP’nin ne kadar seviyesizleşebileceğine şahit olarak geçirdik bu haftayı. Geldiğimiz noktada birtakım gelişmeler var.
“Utanmadan, sıkılmadan ‘CHP’nin gazetecisi’ diye yazıyorlar”
Birincisi şu; dün değindik lakin artık bunun net olarak ortaya konması gerekiyor. CHP’nin bundan 11 yıl evvel çalışmalarını yaptığı ve bundan 10 yıl evvel kamuoyuyla paylaştığı raporda bir isim geçiyor. O isim üzerinden saldırıyı yapan terörist olarak ‘CHP’nin raporunda var’ diyorlar. Bunu hayli net olarak söyleyelim; o isim rapor hazırlanırken içeride. Ancak ondan sonrasında AKP’nin 4’üncü yargı paketi ile yani Abdullah Öcalan ile görüştükleri, müzakereleri kararında verilen kararla cezaevlerinin boşaldığı 4’üncü yargı paket ile salıverilmiş. Ve o salıverilmeden 4 ay daha sonra raporumuz yayınlanmış. Artık bize raporda ismi olan kişinin bu saldırıyı gerçekleştirdiğini söylüyorlar. Ve utanmadan, sıkılmadan CHP’nin gazetecisi diye yazıyorlar. Bunu kesin bir biçimde reddettik, lanetledik.
Şimdi bir diğer tartışma var basında. Bizim açımızdan fark etmez. O gün gazeteci olarak içeride olduğunu söyleyen ki kendi beyanlarını rapora taşımışız. Ancak ardında durmamışız, sahip çıkmamışız. Artık tez o ki birinci günden beri var. Biz emniyetten açıklama bekliyoruz, beklemeye de devam edeceğiz. Biz İçişleri Bakanlığı’nın internet sitesi kimi vakit Süleyman Soylu’nun kendi sayfası üzere kullanılsa da İçişleri Bakanlığı’nı, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü önemseriz. Birinci günden beri bize gelen bilgi, aslında saldırgan o değil, parmak izi tutmadı, bir oburu saldırgan. Fakat biz buna hiç sığınmadık. Raporda ismi geçiyorsa daha sonradan Süleyman Soylu’nun tabiri şu; 2013 yılında PKK’ya katıldı diyor. Rapor yazılırken değil, daha sonrasında. Teröristse, terör örgütü mensubuysa fark etmez. Saldırıyı yapan oymuş, değilmiş… Bizim sıkıntımız CHP’nin terör ile ortasına koyduğu ara ve terörü kınamaktır. Ancak bütün her şeyi CHP’li terörist, CHP’nin gazetecisine oturtanlar dün Mersin’den gelen bütün bilgiler, saldırganın o olmadığı noktasındaydı, artık bir açıklama yapmak durumundalar. Saldırgan o çıksa da çıkmasa da konumumuz değişmez. O günden bugüne bir isim ve bir fotoğraf ve burada yer alan bir tabir üzerinden CHP’ye saldıranlar tek argüman olarak bunu koyanlar ne diyecekler bir ona bakacağız.
“Abdullah Öcalan’dan seçimlerde mektup getirip okuturlar”
Abdullah Öcalan’ın bu örgütün kurucusu olduğunu ve hala daha bu örgütün başkanı olduğunu bilmezler mi? Bilirler. Ancak Abdullah Öcalan’dan seçimlerde mektup getirip okuturlar. örneğin ‘PKK terörist bir örgüt değildir’ diyen Orhan Miroğlu, hiç inkâr etmedi bu kelamını, kayıtlarda var. Hala daha AK Parti MKYK üyesi. Problem tıpkı tarihlerde ‘Binlerce Türk, Abdullah Öcalan’ın iletisi ile duygulanıyorsa artık sahiden yeni bir periyot başlıyor’ diyen Abdurrahim Boynukalın. Bu lafdan daha sonra milletvekili yapıldı. Artık de AK Parti’nin İngiltere temsilcisi. ‘Abdullah Öcalan’ın dışarı çıkmasına pürüz AK Parti değil, HDP’dir’ diyen Yiğit Bulut, hala Cumhurbaşkanlığı’nda başdanışman maaşı alıyor. Lakin utanmadan sıkılmadan, Bülent Turan’ından tutun, sözcülerine, genel lider yardımcılarına, Hamza Dağ’a kadar hepsi çıkıp sizin gözünüzün içine baka baka oradaki bir isimden bizi sorumlu tutuyorlar. Artık de açıklama bekleniyor o isim o isim mi, o da muhakkak değil.
“Erdoğan, tüm soruların karşılıklarını prompterden okudu”
Dün akşam Recep Tayyip Erdoğan ne diyor? Dört gazetecinin karşısında soruları cevaplıyor. Daha evvel kamera kayıyor, prompterler görünüyordu. Oradaki imajlardan daha sonra hayli sıkı önlem aldılar, dün akşam imajda prompter yok. Var mı yok mu vallahi de var billahi de var. Aydınlatma ışığının altında, ekranın üstünde prompteri koymuşlar. Lakin Abdulkadir Selvi’ye yakın çekim yapmamak suretiyle prompteri kadraja sokmamayı başardılar. Ben diyorum ki dün Recep Tayyip Erdoğan, tüm soruların yanıtlarını prompterden okudu. Oradaki dört sayın gazeteciden birisi çıkıp yalanlasın, çıkıp özür dilerim, ben palavra attım diyeceğim. Cumhurbaşkanlığı yetkilisi yalanlasın, prompter yoktu diye. O denli bir periyoda gelmişiz. 20 yıllık iktidarın sonunda gazetecilerin karşısına soruları almadan çıkamayan birisi yönetiyor ülkeyi. Soruların yanıtlarını ekrandan okuyor.
“Cesaretin var ise Kemal Bey’in karşısına çıkacaksın”
Bizim iktidarımızda gazeteciler özgürce soracak. Bizi nereye davet etseler gidiyoruz arkadaşlar. Ben TV NET’e, Yeni Şafak’ın televizyonuna gittim, çayımı içtim, ikinci kata çıktım. Sor kardeşim dedim, ne sorduysa karşılık verdim. Dedim ki ortada çağırın ki birikmiş palavraları tüketelim. Zira dünyanın iftirasını oradaki gazeteci atmıyor, daha evvel birikmiş haberler… CHP milletvekilleri terör örgütü cenazesine gitti mi? Palavra olduğu teker teker çıktı. Burada da ispatlamıştık. CHP hakkında ne kadar iftira var ise hepsi çöktü, gitti. Lakin düşünün ki kendisini hiç rahatsız etmeyecek sorular olduğu biçimde soruları önden alıp yanıtları ekrana yazdıran birisi yönetiyor ülkeyi. Yıl 2022. Basın özgürlüğü, gazetecilerin oradaki pozisyonu… Hiç girmiyorum… Cüretin var ise Kemal Bey’in karşısına çıkacaksın. Kanalı, gazetecileri sen belirle. Sen sorularını bir daha hazırlat, biz gazetecilerin soruduğu sorulara karşılık vereceğiz. Ancak sen sanki Kemal Bey’in soracağı sorulara cevap verebilecek misin? Yok. Orada tutulurlar. Dut yemiş bülbüle dönerler. Hodri meydan, yaptığı icraata güvenen, yaptığı rezillikleri savunabileceğine ve milleti ikna edebileceğine inanan hodri meydan çıksın karşımıza.
“Allah’tan kork”
Dün ne diyor ‘O gazetecilerin hiç biri argüman edildiği üzere gazeteci değil. Terörist olduklarını en baştan söylemiş olduk, hala söylüyoruz. Lakin bunlarda yüz yok. Yargı bunları terörist oldukları için cezalandırıyor.’ Ya Allah’tan kork. Bir örnek üzerinden gidiyorsun da Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Tuncay Özkan, Hikmet Çiçek, Nedim Şener, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu… Bunlar burada. Haydi hepsi bir yana… Nedim Şener’e biz o gün de terörist diyorduk, hakikat, bugün de terörist diyorduk diyor. Buna da karşılığı Nedim Şener versin.
Benim Nedim Şener’e benim bir karşılığım var. Ben dün kendisine hakaret etmedim. Hatta düne kadar ben cezaevinde görüştüğüm kimsenin mahremini de hiç bir yerde anlatmadım. Mahrem kısımlar duracak. O çektiği kahırlar, ailesinin çektiği sıkıntılar… Onların hiç birisine girmem. Fakat dün dedim ki bu rapor yayınlanırken, rapor bu rapor, bizden müsaade aldı mı diyor. Hangisinden müsaade almışım, hangisi inkâr ediyor. Cezaevinde gazeteciyi ziyaret ediyorsun, anlattığı kederini, meselesini raporlaştırıyorsun. Bunun için kimseden müsaade almadık. Fakat senin üzere ortasında ismi geçen 187 şahıstan biri de çıkıp benden görüşmediler demedi. Ya görüşmüşüz ya da mektup yazmışız. Bizden yana olur, olmayan olur. Çok sağ basından olanlar vardı…
“Dönemiyor, artık kıvırıyor”
Silk evvel dedin, benle görüşmedi. Görüştük dedim. İspatla dedi, çıkardım defteri dedim ki ‘Bak kardeşim 9 Ağustos 2011’de ben gitmişim’, Adalet Bakanlığı’nın kayıtlarında var. Sen bu ziyarette eşinin, kızının ismini, okuduğu okulu, o sunu bu sunu söylemişsin. Sen burada niçin duruyorsun, seninle bu cemaatin ne kederi var dediğimde, ‘Hrant dosyası’ demişsin… Hepsini dün kabul ediyor ki. daha sonra diyor ki ‘Benimle rapor hakkında mı konuştun, bunu ispat etmezsen…’ Küfür, hakaret. Bu nasıl bir iş. Rapor aslına bakarsan bunlardan ibaret. Gazetecilerin cezaevlerinde haksız tutulmaları ve yaşadıkları kuvvetlikler. Ancak başta palavrası attı. Dönemiyor, artık kıvırıyor.
“Ahmet Şık bir konuşsa kimsenin yüzüne bakamazsın”
Bak Nedim Şener, bir; o kadar kişi gördüm cezaevinde kimi fikri bana yakın, kimi fazlaca uzak. Kimi artık yandaş kimi diğer kimi vatandaş kimi muhalif. Senin üzere cezaevine girip de huy, hal değiştiren, dün saldırdığın koğuş, hücre arkadaşın Ahmet Şık dünyanın en düzgün erkeklerindan birisi, bir konuşsa kimsenin yüzüne bakamazsın. Ne durumda olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat ben şu biçimde bir görmedim, ya Cübbeli Ahmet Hoca’ya gittik, benim ne işim olur, lakin sıhhatiyle ilgili sorun var, yanlış ilaç kullanıyor, yardımcı olduk. Çıkınca aradı, bayramda seyranda arar. Benim sözlerimle ilgili beni kınayan açıklamalar yapıyor, lakin çıkınca aradı bir teşekkür etti. Herkes bunu yapar. Cezaevinde ziyaretine gelenlere dünyanın lafını, olumlu şeyini söyleyip de çıkınca kendini içeri tıkanlara, celladının elini öpmeye koşan bir sen varsın. Sen çıktıktan daha sonra AK Parti ile aklandın, paklandın. Hatta biliyoruz ki cemaate de açıktan bir durum almadın. Ne vakit bu işler, bunların terör örgütü olduğu ortaya çıktı, daha sonrasında…
“‘Fetullah Gülen ile sıkıntım yok’ dedin mi?”
Gelelim, yaz bunu rapora, gazetede de çıksın dediğin kısma. Nedim Şener, sen o gün çıkıp da ‘Ya ben Hrant belgesi üzerine çalıştım, bir şey yazdım lakin benim cemaatle, Fetullah Gülen ile bir sıkıntım yok. Bilhassa yurt haricindeki eğitim çalışmalarını önemsiyorum, hatta kendi çocuğumu bile okullarına verebilirim, yaz bunu’ dedin mi, demedin mi? Dedin. Ben bütün kutsalların, bedellerin üzerine bunu söylerim, yüreğin var ise sen de söyle. Yüreğin var ise ben dilekçeyi imzalamaya hazırım, imzalayalım, görüş odasındaki 9 Ağustos 2011’deki kamera kayıtları açıklansın. Çık imzayı ver. Orada ‘Benim Fetullah Gülen cemaati ile bir derdim yok, çocuğumu bile okullarına verebilirim’ diye selektörü yap, daha sonrasında çıkıp da ben yazmadım onu çıkınca utanmayasın diye, senin bu utanmazlık halini oldukçatan kabullenmiş olduğunu önbakılırsamedim. Sen çıktın ve gittin celladına âşık oldun, yanaştın, artık celladının giyotini, her akşam evvelden birebir fikirde olduğun birilerini doğruyorsun kardeşim. Helal olsun sana. Sana bu yakışır. Bize de seni bu kadar bile ağzımıza almak yakışmaz da sen arandın.
“Özür dileyecek misin?”
Eren Erdem… Aldılar içeri koydular, 19 yıl ceza istediler. Tecrit hücresinde tuttular. 490 gün cezaevinde yattı ve hür kaldı. Üst mahkeme itiraz etti. tekrar yargılandı, 4 yıl iki ay verdiler bu sefer. Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Anayasa Mahkemesi, Eren Fazilet haklıdır dedi. Yargıtay’a gitti, ‘delil yok, beraat etmelidir’ dedi. Bugün son mahkemesi vardı. Alt mahkeme beraat ettirdi. Artık ey Akşam gazetesindeki ‘CHP’li gazeteci polisi şehit etti’ diye manşet atan utanmaz, ey arlanmaz, artık yarın özür dileyecek misin Eren Erdem’den ve CHP’den? (Akşam gazetesinin ‘Paralelin CHP’li tetikçisi’ yazan manşetini göstererek.) Bugün beraat etti kardeşim. 18 gazete birden Eren Erdem’e terörist, FETÖ’cü ilan ediyorsunuz ne oldu. Bu manşetlerin, iftiranın bir bedeli var mı ödenecek. Şu kadarcık özür dileyin ya. var ise bir başyazarınız, çıksın köşesinde desin ki ‘O gün o denli yaptık ancak bugün utandık, hukuka saygımızdan dolayı bunu düzeltiyoruz’ deyin. Bakın bir bu işe.
“Erdoğan’ın ve ailesinin şahsi dünyadaki mal varlığı sorunudur”
Günün gündemi Ulusal Güvenlik Şurası, utanmadan, sıkılmadan ‘CHP ulusal güvenlik meselesiymiş.’ Bak. Söylersen işitirsin. Bu ülkenin en kıymetli ulusal güvenlik sorunu Recep Tayyip Erdoğan’ın ve ailesinin şahsi dünyadaki mal varlığı sıkıntısıdır. Münasebetimiz de şudur; Rusya ile takışırken Putin, IŞİD petrolleri konusunda Birleşmiş Milletler’de sunum yapacağım dedi Putin’e özür mektubu yolladın sen. Ne vakit Trump, senin mal varlığını araştıracağım dedi, sus pus oldun, Trump ile ahbap oldun. O gün mal varlığını araştırmayan namettir, namussuzdur, hodri meydan diyebilseydin bugün Türkiye bu durumlarda olmazdı. Onu demedin, zira diyemiyorsun. Bir ulusal güvenlik sorunu var ise o Recep Tayyip Erdoğan’ın global ölçekteki Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunma noktasında karşısına dayatılan ve yanıt veremediği sorular; IŞİD petrolünü taşıtan tankerlerin uygu imajları ve o gün ambargoyu delmenin Türkiye’ye ağır maliyetleridir.
“bu biçimde bir hasretle de alay eden bir adamsın sen”
Türk vatandaşlarının yazın tatil yapamaz durumda olmasının itirafı mı diyelim, vatandaşın aklıyla alay etmek mi diyelim, be hey vicdansız adam mı diyelim… Milletin çoluğu, çocuğu kışın çalışıyor, o çocuklar yazın tatile gitmek istiyor. Kışın götür tatile diyor, yazlık oteller kışın ucuz olur. O çocuk da istiyor ki babası bir ördek alsın denize girsin. Sen diyorsun ki Rus’un, Ukraynalının, İspanyol’un, İngiliz’in çocuğu deniz suyu sıcaklığı 25 dereceyken girsin, bizimkiler kışın gitsin eksi 2 derece hava sıcaklığı, 4 derece deniz sıcaklığında karşıdan denize baksın. Adamın yemeğe, çocuğunun karnını doyurmaya parası yok, ayrıyeten da bu biçimde bir hasretle de alay eden bir adamsın sen.
Hülya Nergin, AK Parti Kayseri Milletvekilimiz. Bir köyde bir amcaya denk gelmiş, amca demiş ki ona ‘Maaşlarımız devasa yükseklikte kızım bizim maaşlarımızı düşürün.’ Ya bir amca der, bir amca dedi diye bir milyon amcayı çıldırtmanın bir manası var mı? Amcanın geliri vardır, olur, epeyce ucuz bir yerde kendi konutunda yaşıyordur, bir harcanması yoktur. Bilinmez. Bir amca dedi diye bin amca ile alay etmenin yeri var mı? Bir de tweet atmışsın. Ayrıyeten siz ne kadar koptunuz bilmiyorum, lakin şöyleki bir gerçekliği var. O amca geçmişte sana oy verdiyse daha sonra da siz onlara bunları yaşattıysanız bütün emekliler ile amcamın hali buysa Anadolu’nun o denli bir feraseti var ki bir bayan milletvekili kalkmış, köyüne, ayağına kadar gelmiş. O amcalar ‘ah elim kırılaydı da sana oy vermeyeydim, git buradan kızım’ demez de motamot bu biçimde söyler. ‘Kızım bizim maaşımız hayli, siz kesin bizden, verin zenginlere…’ Dediyse sen o mektubu okuyamamışsın kardeşim. Okuturlar. Binlerce, milyonca amca, sana o okuyamadığın mektubu seçim sandığında okutur.
Bir defa süfli demek, sıradan, aşağı demek. Bu ülkede ne vakitten beri daha âlâ bir telefon, otomobil ya da daha epeyce konsere gitmek aşağılık talepler oldu. Bu nasıl bir aşağılama. Gençlere söylenecek kelam mü bu. daha sonra bunlar en süfli taleplerse dünyanın en değerli Mercedes’ine niye bizim Cumhurbaşkanı biniyor? Dünyanın en değerli uçağı 7 tane var, niye biri bizde? niye dünyanın en değerli yatlarından bir adedini donanmadan aldın da kendine makam yatı yaptın? niye dünyanın en hoş koyunda yazlık sarayın var? niye bir kışlık saray inşa ettirdin Ahlat’a? niye yiyip yiyip doymuyorsunuz o sarayda? Ne süfli talepler bunlar. Sen bu süfli talepleri bıraksan da birazcık vatandaş üzere mi yaşasan sanki. Sen vatandaşı yeni bir telefon isteyemez hale getirdin ya o bindiğin uçaktan, o oturduğun saraydan, o bindiğin uçaktan seni indirmek de birinci seçimde bu vatandaşın boynunun borcudur.
Cumhurbaşkanlığı için bir yılda 3 milyar TL mal ve hizmet satın alınmış. Bakın, saray, otomobiller, uçaklar, yazlık saraylar, yemeler, içmeler, sarayda harcanan her şey… Maaşlar hariç, mal ve hizmet satın alma. Biliyorsunuz bu arkadaşlar, bunları yaparken tasarruf genelgelerine uymazlar, ihale kanununa uymazlar. 3 milyar TL devletin parasını da saraydakiler yemiş ya da üstüne binmiş.” (ANKA)